Yaklaşık 150 yıldır İstanbul’un yeme içme ve eğlence alanında kalbi sayılan, herkesin yolunun muhakkak düştüğü başlıca yer olan Beyoğlu, bize gastronomik ve nostaljik bir gün geçirme fırsatı sunuyor. Onu, şehrin diğer “hip” muhitlerinden ayıran da bu; özgün dokusu içinde son derece köklü mekânlara ev sahipliği yapması.
Gözlerinizi 100 yıl öncesine açmış gibi bir akşam geçirmek istiyorsanız, gelin önce Pera Palace Hotel içindeki Kubbeli Lounge’ta gerçek bir çay saati deneyimleyelim. Netflix’in tüm dünyada milyonlarca izleyiciye ulaşan yapımı “Pera Palas’ta Gece Yarısı” nın esas başrol oyuncusu sayılabilecek bu otele adım attığınız anda, dışarıdaki dünyadan, mevcut zamandan kopuyorsunuz. 1800’lerin sonunda, Doğu Ekspresi yolcuları için inşa edilen bu binada, dönemin zevkini yansıtan mermer duvarların görkemi yumuşak kadife halılarla birleşiyor ve onlarca yıldır “çay saati” dendiğinde akla ilk gelen yer olan kubbeli salona girdiğinizde, piyanodan yükselen yumuşak tınılar çay büfesindeki birbirinden leziz atışırmalıkların kokularına karışıyor.
Somon fümeli kanepelerden geleneksel Türk işi böreklere, klasik Fransız ve İngiliz çay saati tatlılarından Antep usulü baklavaya, otelin şefleri tarafından yeniden yaratılan tatlar her gün burada saat 15:00 ile 18:00 arasında masaları süslüyor. Özenle seçilmiş çaylar, kahveler, hatta isterseniz kokteyl veya bir kadeh şampanyanın eşlik ettiği bu lezzetler haftalık değişiyor ve sonbaharda karşınıza çıkan balkabaklı cheesecake belki baharda yerini çilekliye bırakıyor, ama bir şey hiç değişmiyor: Bu çay salonunun gözleri doyuran zarafeti, yumuşak müziğin ruhu besleyen armonisi ve elbette otelin sunduğu lezzetlerin rafineliği…
Misafirlerin çay saatini rahatça tecrübe edebilmeleri için servisin yaklaşık 60 kişiyle sınırlı tutulduğu bu salona rezervasyonla gidilmesini önerdiğimizi belirtelim. Ama tek önerimiz bu değil; nefis çay saati büfesine yapılan ziyaretlerden sonra bu tarihî otelin içinde bir tur atabilir; 8. Edward’dan 2. Elizabeth’e, Hitchcock’tan Hemingway’e birçok ünlü ismin kaldığı otelin en kıymetli misafiri, Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün müzeleştirilmiş odasını da görebilirsiniz.
Şehrin kültürel yaşamının en canlı olduğu bu bölgede biraz daha vakit geçirdikten sonra, içine girdiğiniz “zaman tüneli” hissini hiç kaybetmeden akşam yemeğine devam etmek isterseniz, istikametiniz şehrin en köklü mekânlarından 1924 İstanbul olmalı. 1917’deki Sovyet Devrimi’nden sonra gemilerle İstanbul’a gelen Beyaz Rusların kurduğu ve eski adı Rejans olan bu restoran, şehrin mutfağının da neden bu kadar zengin olduğunu hatırlatıyor: Burası, “Rus yemekleri sunan bir restoran” dan çok daha fazlası, çünkü gerçek bir kesişim noktası olan İstanbul’un gastronomik kimliğinde Beyaz Ruslarla yaşanan etkileşim ciddi bir dönüm noktası oluşturuyor. O dönemki göçmenlerin birbiri ardına açtığı mekânların çoğu bugün ayakta değil, fakat bugün İstanbul’da herkes Olivier salatasını “Rus salatası” olarak biliyor ve yılbaşı sofrası gibi kutlama masalarında mutlaka yer veriyorsa, dana stroganoff veya piliç kievsky düğünlerde bile halen sık sık karşımıza çıkıyorsa, o mekânların etkisi bugünkü İstanbul’a uzanan güçlü bir miras bıraktığını söylemek mümkün.
İstanbul mutfağındaki hatırı sayılır çeşitliliğin bu nadide kolunu başarıyla temsil eden 1924 İstanbul’da, yemeğinize mekânın birbirinden özel votkalarıyla başlayabilirsiniz. Şık bir servis arabasıyla önünüze gelen bu votkalar, mekânın barmeni tarafından farklı meyve ve meyve kabukları ile infüze edilerek hazırlanıyor ve tatlarından önce renkleriyle sizi cezbediyor. En ünlüsü limonla hazırlanan sarı votka ve bilhassa Rus usulü turşularla, somonlu tereyağıyla, soğuk şarküteri tabaklarıyla da son derece uyumlu. Ancak tercihiniz kokteylle başlamaktan yanaysa, içki menüsünde yer alan Mısır Çarşısı Martini ve Şerefe Hemingway gibi imza kokteyllere mutlaka göz atmalısınız.
İş yemek seçmeye geldiğinde, -önceden saydığımız yemeklerin dışında- restoranın klasik lezzetlerden piroşki, portakal-elma soslu ördek ve ballı Medovik pastasıyla da öne çıktığını söyleyelim. Ancak her biri iştah uyandıran ve bir yanıyla tanıdık gelirken diğer yanıyla merakınızı cezbeden tabaklar arasında seçim yapmakta zorlanırsanız, 9 farklı lezzeti içeren tadım menüsü yardımınıza koşacaktır.
1924 İstanbul’un şefleri, hem geleneksel tatları korumak hem de onlara çağdaş dokunuşlar yapmak açısından mahirler. Ancak başarısı mutfakla sınırlı kalmayan, gözlerinize de ziyafet çektirecek bir restoran burası. Zarif çini zemin, dev kristal aynalar, ışıl ışıl avizeler, koyu ahşap lambriler, mekânın yumuşak ışığı altında eriyerek sizi sarmalarken kendinizi 1900’lerin başında, sonradan tarihe geçecek isimlerle yemek yerken hayal etmeniz çok kolay burada, hatta bunun için başınızı hafifçe çevirip duvarlardaki küçük pirinç plakalara bakmanız yeterli… Agatha Christie’den Greta Garbo’ya, Pera Palace’ın kabarık ünlü listesini aratmayacak bir misafir listesi var 1924 İstanbul’un. Fakat buranın en önemli müdavimi de, anısına daima bir masanın “rezerve” tutulduğu kurucu Atatürk’tü elbette.
Birbirinden önemli nice meselenin konuşulmasına şahitlik etmiş, kim bilir ne maceralara tanık olmuş bu mekânlar; lezzete verdikleri önemden, servis konusundaki özenlerinden, bizi gündelik hayatın telaşlarından sıyırıveren büyülü atmosferlerinden hiç ödün vermeyerek bugün hâlâ önemli bir geleneği temsil ediyorlar. İstanbul’da lezzet konusunda birbirinden iddialı yerler bulunduğu kesin, ama eğer kendinize tarihî bir deneyim hediye etmek, her gün yaşanmayacak bir nostalji fırsatına gömülmek isterseniz, adresleriniz belli…
Kapak görsel // Kubbeli Lounge 2 – interior // Kubbeli Lounge
